23 Nisan 2011 Cumartesi

Titanic.



Ya geçen hafta Cumartesi'den beri falan bi Titanic aşkıyla yanıp tutuşuyorum. Televizyonda vermişler kaçırmışım. Sinir oldum ben de. İndirdim, izledim. Bugün bir daha izledim. İçim çıktı ağlamaktan ama iyi geldi valla :D
Neyse efendim aslında benim bu postu atma nedenim şu. Ben işte geçenlerde yine yatarkan düşündüm. Yani yatarken derken, uyuma hazırlığındayken. Öf neyse :D
İşte neyse düşündüm ki. Bi Titanic daha olsa ve hani 2010 diyelim o yılda olsa ve yine batsa. Yine Rose ve Jack adında iki karakterimiz var. Genel özellikler aynı işte Rose zengin Jack fakir. Rose asi bir kız. Ailesiyle bu yüzden kavgalı ve onu okumaya Amerika'ya götürüyorlar. Nişanlı yine de. Jack de ressam değil, fotoğrafçı (:D) işte hayatını bundan kazanıyor. Titanic'e zar zor bilet bulmuş girmiş. İşte aynı şekilde karşılaşıyorlar, her şey aynı şekilde ilerliyor. Rose, Jack'ten kendisinin neu fotoğraflarını çekmesini istiyor falan sonrası malum.
Hani Titanic'te, Rose'un sonradan indiği filika sahnesi var ya. Orda şey düşündüm ben, Rose inmesin gitsin. Ama sonra çok kötü hissetsin kendini. Çok ağlasın falan. Neyse hani şu Özgürlük Anıtı'nın orada ismini soruyor görevli de o da "Dawson, Rose Dawson" diyor ya. Onu dedikten 15-20 dakika sonra görevli yeniden geliyor ve şey diyor, "Hanımefendi, bir Dawson daha var"
Rose böyle şaşkınca adamın gösterdiği yere bakıyor ve ne görsün? Jack! İşte koşsun, sarılsınlar, öpüşsünler. Rose durmadan özür dilerim desin, Jack önemli değil desin. Yani olay şu ki aslında Rose'un kurtulmasını sağlayan o kapıda Jack vardı. Ve işte filika geri geldiğinde Jack'i kurtardılar. Ve, Happily Ever After.

Bence bu tarz bir şey olabilirdi yani. Ya da şuradaki gibi;
http://www.youtube.com/watch?v=Y2B8g5z2s_s&feature=channel_video_title

6 Şubat 2011 Pazar

A-Ş-K.


İçim bir garip şu sıralar. Neden bilmiyorum. Aşkı düşünüyorum da. Daha doğrusu aşkı değil, başka şeyleri. Her neyse.
Cumadan beri "Olamaz mı? Olabilir" ve "Hoşçakaal" diyerek dolanıyorum. Mehmet Günsur'u hayal ediyorum durmadan. Evet, Aşk Tesadüfleri Sever'e gittim. Cuma'dan beri de sadece 3 şarkı dinliyorum. Şaka gibi. Eylül Akşamı, Hoşçakal ve Zaferlerim. Hepsi birbirinden güzel, hepsi harika. Ve hepsi filmde var. Ve aşırı cuk diye oturan şarkılar.
Filmden bahsetmek istiyorum. Öncelikle Mehmet Günsur HARİKAYDI YA! Tee O Şimdi Asker'den beri eririm ben o adama. Böyle doğal bir oyunculuk, böyle nasıl desem, offf. Belçim Bilgin'e bir daha hayran oldum. Öyle güzeldi ki...
-Spoiler Allert- (Filmi izlemeyen bu paragrafları okumasın ;))
Beni en çok etkileyen sahneleri anlatıyorum;
Sahne 1, Özgür kalp hastası. Deniz ile balıkçıda yemek falan yiyorlar. Deniz sarhoş oluyor. Neyse, Deniz'in evine götürmek istiyor fakat Deniz uyuyakaldığı için götüremiyor, kendi evine götürüyor. Canı çıka çıka, acı çeke çeke, nefes nefese kalarak, zorluyor kendini. Deniz'i kucağında merdivenlerden çıkarıyor yukarı. Sonraları nasıl anlatağımı bilmiyorum. Çok, çok güzel.
Sahne 2, Özgür Deniz'in arkasından Ankara'ya geliyor ve Deniz'in resmini getiriyor. "Senin için önemli" demesi. Ahh Ahh.
Sahne 3, -burda 2 tane var- Deniz'in doğum günü. Bara gidiyorlar. Özgür eskiden burada çıkıp şarkı söylüyormuş falan. Neyse, çıkıyor yine sahneye, Deniz'e bakarak Eylül Aşkamı'nı söylüyor. İkinci sahneye gelelim, Özgür'ün Deniz'e "Sen nerdeydin şimdiye kadar?" dediği an.
Sahne 4, fotoğrafçıda, Özgür'ün Deniz'e hazine kutusunu verdikten sonra "Sen hiç ağlama" demesi ve sonrası...
Sahne 5, Özgür'ün babasının ona doldurduğu kaseti dinleyişi, ağlayışı. Ben orda çok kötü ağlamıştım.
Sahne 6, koşarak tiyatroya gelmesi Özgür'ün. Sonra öksürerek herkesi rahatsız ettiği için dışarı çıkması. Orada Deniz'in seni seviyorum diyişini duyamaması çok etkiledi beni. Tam orada yere yığıldı, yağmurun altına. Ve Burak onu görüp, hastaneye götürdü. Deniz'in araması falan filan.
Sahne 7, son sahneler. Deniz'in geçirdiği kaza. Ordan itibaren ağladım. Çünkü öleceğini tahmin etmiştim. Deniz'in kalbinin Özgür'e takılması. Deniz'in ameliyat masasına gelen ruhu, "Geldim sevgilim," demesi. Çocukluk hali olarak ameliyathaneden çıkması. Özgür'ün deniz karşısında, yanına bisikleti, gitarı, elinde günlük, o bebeklik resimlerini tutup, gülümsemesi.


BURADAN SONRASINA BAKABİLİRSİNİZ.
Böyle işte. Bu filmi izledikten sonra aşktan korkmaya başladım. Aşık olmaktan. Çünkü ben çok çabuk bağlanıyorum. Ve eğer kaybedersem, çok üzülürüm. Kahrederim kendimi. Baksanıza, Cuma izlediğim filmin etkisinden çıkamadım hala. Onun etkisinden nasıl çıkayım? Hem zaten kontenjanım da doldu. Taylor varken zaten. Güçlenmeye başladı işte hislerim ona. Başka kimi sevsem -ünlülerden değil- ona ihanet edecekmişim gibi geliyor işte. Hem, Taylor varken, başka birini nasıl sevebilirimki zaten.
Neysem efendim son sözüm; MEHMET GÜNSUR BENİM OL! <3 Annem çirkin dedi adama yaaa. Neyse. Bye efendim.
Dee.